Atatürk
Atatürk

Bu Ne Bilimsizliktir?

“Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk…’Tavuk toplum’, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz.”

1610 yılında Sidereus Nuncius (Yıldız Habercisi) isimli kitabında “Dünya merkezli evren” algısına karşı çıkarak Kopernik’ in “Güneş Merkezli Evren” teorisini doğrulayan Galileo, kiliseyi karşısına almıştı, bunun sonucu olarak teori 1616 yılında kilise tarafından yasaklandı.

Daha öncesinde Giordano Bruno’nun savunduğu “Güneş Merkezli Evren“ modeli sonrasında yargılanıp yakılmasıyla bilim çevreleri ve filozofları büyük bir suskunluğa gömülmüştü. Fakat Galileo aynı sene gelgitlere sebep olarak Dünya’nın hareketini öne sürmüş,  yasaklara rağmen Güneş’in merkezde olduğunu söyleyen “İki Merkezi Dünya Sistemi Üzerine Diyaloglar” isimli kitabını yayınlamıştı. Kitap çok ses getirdi ve beraberinde Roma Katolik Kilisesi’nin hiddetine de maruz kaldı.

Engizisyon mahkemesi tarafından yargılanan Galileo “Kitab-ı Mukaddes’in öğretilerine karşı gelme, tanrı tanımazlık ve sapkınlık” suçlamalarıyla ev hapsine mahkûm edildi. Kitaplarında söylediği her şeyin reddi istendi ve bir daha kitap yayınlaması yasaklandı. Bundan on sene sonra Galileo bu hayattan göçüp gitti.

Galileo Galilei, dönemindeki bilimsel ve felsefi akımları yakından takip eden dönemin filozoflarıyla yazışmalarda bulunan, deneysel bilimin ilk isimlerinden biriydi. Ne yazık ki tarihin belki bize bir o kadar yakın ama düşünce olarak da karanlık bir zamanında var olmuştu. Zamanının dogmatik anlayışına bilimsel düşünceyle karşı çıkmış ve sonucu cezalandırılarak almıştı. Roma Katolik Kilisesi’nin Galileo’nun haklılığını kabul etmesi 359 yıl sürdü.

Galileo’nun zamanının yaklaşık 400 sene sonrasına, günümüze gelelim. Son on yılda bilimde gerçekten çığır açan gelişmeler olduğunu söyleyebiliriz: Yapay zekâdan, dronelara, giyilebilir teknolojiden, sanal paralara, bulut teknolojisinden uzaya fırlattığımız Falcon’a kadar bizi hayrete düşüren, bir o kadar da insanın evrendeki yerini sorgulatan inanılmaz icatlar, buluşlar, keşifler… Ve bu inanılmaz gelişmeler yaşanırken, iki kıtanın ortasında sıkışmış; artık bırakın Batı’nın iyi yanlarını almayı araya dikenli teller ören, Ortadoğu’nun ateşinden de her daim payını alan bizler, öylece oturmuş SpaceX’in uzaya gönderdiği rokete el sallıyoruz.

Teknoloji yarışında hangi safhada olduğumuz sorusu sadece bütün dünyanın gözünü diktiği teknolojik ve ya bilimsel bir olay yaşanırken geliyor aklımıza. Yani senede birkaç kere bu soruyu sormakla yetinip asla cevabı bulmaya yönelik bir çalışmaya girmiyoruz. Neredeyse ülke kurulduğundan beri “gelişmekte olan ülkeler” statüsünde bulunuyoruz. (Bu tanımın emperyalist ülkeler tarafından, sömürmeye müsait buldukları ülkeler için kullanıldığının sanıyorum herkes farkında.) Kültür tarihimizle övünüp, üstüne hiçbir şey katmamaya ant içmiş durumdayız. 

Bilimin tüm insanlık için ve evrensel olduğu inancındayım. Katkıda bulunan herkese imrenerek bakıyorum. Fakat bazen yüzüme tokat gibi çarpan gerçek: Yurtdışında bulunan bir soydaşımızın elde ettiği başarıyı burada olsa gerçekleştiremeyecek veyahut engellenecek olduğunu bilmek oluyor.

Aklıma, bu yazıya da başlığını veren ve çok sevdiğim Umut Sarıkaya’nın karikatüründe bulunan malum cümle geliyor: Bu ne bilimsizliktir?

Türkiye’de bilim neden yok ve gelişmiyor sorusuna cevap olarak hepimizin tahmin ettiği birkaç neden sıralayabiliriz:

Tabiki ilk sırayı birçok sorunun kaynağı olan ekonomimiz alıyor. Sadece 2008-2009 krizinde %13 ekonomik küçülme yaşayan ülkemizde sanayi üretimimiz dış teknolojiye bağlı geliştiğinden ihracatımız artarken ithalatımız daha çok artmak zorunda kalıyor. 

İthalat kalemlerini incelediğimizde en basit ölçüm cihazlarından bilimsel araştırmalardaki kompleks sistemlere kadar kullandığımız terazi, cihaz ve göstergelerin hepsini bulabiliyoruz. “En basit teraziyi bizim meslek liselerinde üretmemiz gerekmiyor mu?” sorusu bizleri bilimde atılım gösteremeyişimizdeki temel nedenimize getiriyor: Eğitim.

Temel eğitimden yükseköğretim kurumlarının niteliğine kadar her daim gündemimizi meşgul eden eğitim konusunda maalesef ki istenilen noktadan çok uzağız. Her hükümetle birlikte yeniden değişen sınav sistemlerimiz, her daim heyecanla açıklanan reform paketlerimiz, uluslararası sıralamalarda gün geçtikçe aşağı düşen seviyemizle gelecekten ümitli olmak biraz hayalperestlik oluyor.

İlk ve ortaöğretimdeki çocuklarımız arasındaki fırsat eşitsizlikleri, her ile açılan üniversiteler ve eğitim fakültelerinin yetiştirdiği eğitimcilerin niteliği, akademide bulunan eğitimcilere yapılan uluslararası atıfların azlığı, intihal olayları ve daha birçok çözüm bekleyen sorun… Her alanda olduğu gibi eğitimde de siyaset boy gösteriyor. Rektörlerin bile siyasi figürler tarafından ‘’atanarak’’ görevlendirildiği üniversitelerde fikir hürriyetinden, bilimsel gelişmelerden bahsetmek zorlaşıyor. Bütün bu problemlerin temelinde sıkça tartıştığımız liyakat kavramı karşımıza çıkıyor. Maalesef ki liyakat problemi sadece bilimde değil, ekonomik kalkınmamızdan toplumdaki adalet anlayışına kadar her konuda sorunu tetikliyor. Niteliği tartışılan insanların, hangi alanda olduğu fark etmeksizin, görevlendirilmesi uzun vadede ilerleme ve gelişmeyi engelleyecek bir unsur oluşturuyor. Toplumsal algıların duyarsızlığı ise bilimsel gelişmeler noktasındaki bir diğer sorunumuz. 

Halka baktığımızda da bilim ve teknoloji üreten bir ülke olmak gibi bir amacı olmadığını görüyoruz. Başkaları tarafından üretilmiş teknolojilere kısa vadede ulaşıyor olmak halk nazarında yeterli görülüyor. Biz niçin bilim ve teknoloji toplumu olamadık? Kaynaklarımız mı yetersiz? Genç nüfus mu yeterli değil? Müslüman toplumlar mı bilimi amaç görmüyor? Bilime inancımız var mı? Sorun veya sorunlarımız hangisi?

Temel sorun bilim felsefemizin oluşmaması. Niçin ve nasıl bir bilim ve araştırma politikası hedefliyoruz? GSMH’dan araştırmalara ne kadar kaynak ayırıyoruz? Toplum olarak bilimsel meseleler dert edindiğimiz ve sorguladığımız konuların arasında olmadıkça bilimsel ilerleme kaydetmemiz mümkün görünmüyor.

Bilimsel ilerleme yönünde şahsi olarak en önemli gördüğüm husus ise fikir ve vicdan özgürlüğü ortamı oluşturabilmek. Düşünceler ancak dile getirildiklerinde fark yaratabilir. İlerleme kaydedebilmek için tartışılmaz, değiştirilemez, eleştirilemez olarak görülen değerlerin, dogmaların ve fikirlerin zamana göre ele alınması gerekmektedir. 

1633 yılında fikirleri sebebiyle Galileo’yu engizisyonda yargılayan Avrupa, kısa bir süre sonra karanlığına çözümü kendi ışığında buldu: Aydınlanma Çağı tüm Avrupa’yı etkisi altına aldı ve fikirler üzerindeki baskılar kalktı. Ne yazık ki Avrupa’da parlayan ışık bizi aydınlatmadı. Uzaktan yanan ışıkları izledik. 1923’te ganimet olarak Yunanlılardan ele geçen motorlardan yararlanarak ilk Türk uçağını imal eden Vecihi Hürkuş’a -izin verecek bir kuruluş olmadığı halde- izinsiz uçtuğu için ceza verildi. 2016 yılında Tübitak tarafından başlatılan yarışmada finale dahi geçemeyen İlayda Şamilgil’in projesi, Polonya’da düzenlenen ve seksen ülkenin katıldığı ”Nobel Fizik Ödülü’ne Doğru İlk Adım”  yarışmasında birinci oldu. 

2015 Nobel Kimya Ödülü’nü alan Aziz Sançar’ ın veya bugün tüm dünyanın sorunu olan Covid-19’a yönelik geliştirdikleri aşıyla umut olan Şahin çiftinin kazandıkları bu başarıların arka planındaki motivasyonu ülke olarak sağlayamıyor oluşumuz daha nice güzel insanımızı beyin göçüyle kaybetmeye devam edeceğimizin göstergesi. 

O halde sizlere soruyorum: Bu ne bilimsizliktir?

2 YORUMLAR

  1. Aslında bütün sorunumuz “bilmiyor” oluşumuz. Öğrenmeye yönelik bir çabamızın olmaması. Tabiri caizse, kulaktan dolma bilgiyle hareket etmek kolay geliyor ve sorgulamıyoruz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz