Atatürk
Atatürk

Çuvaldız: Batının Şeyhleri, Dervişleri, Müritleri, Meczupları

Uyu yavrum, uyanacak günler var,
Yarınları gözetleyen dünler var.

Ziya Gökalp

Yaratılmış tanrılar, arzın aşağısında, dünyanın yukarısında yer alan Olympos dağında her şeyden habersiz oturdukları bir sırada, gasp edilmiş Akdeniz adalarının üzümlerinden mamul şaraplarını yudumlarken, -Türk soylu olduğunu sandığım- Prometheus, dağda kadim çağlardan beri yanan meşaleyi ancak bir Titan’a mahsus iri elleriyle alıverdi. Gizlice aldığı ateşi, olması gereken yere, çok sevdiği balçıktan yaratıklara hediye etti. Balçıktan yaratıklar kadim sırlara vasıta olan ateşle vakıf olduğunda, yaratılmış tanrıların en pejmürdesi, traşsız ve üryan Zeus durumdan haberdar oldu. Derhal Prometheus’u tevkif ederek, zaten adaletsizliğin üzerine bina edilmiş bir mitolojik zulmün muhatabı kıldı. Öyle ki Prometheus’un ölümsüz Titan bedeni, Kafkas dağına zincirlenecek, bir kargı ile yarılmış göğüs kafesinden sarkan ciğeri, her gün bir kartal tarafından yenecekti. 

Kendine Batur 

Gözlerimi her kapattığımda geleceği düşlüyorum. Fakat rüyalarımda gördüklerim geçmişten başkası değil. Zihnim düdüğü kalkmış, basıncı had safhalara ulaşmış, bir yük treni edasıyla duman çıkaran tencereler gibi. Fark ediyorum ki içinde kaynayan hiçbir şey yok. Hissi kablel vuku olacak, tenkit alacağımı bile bile yazdığım bir yazıdan, tam da tahmin ettiğim kişiden bir tenkit yiyiveriyorum. Hemen ardından melamet hırkasını da üstüme giyiveriyorum. Derman aramalarım hep boşuna imiş meğer. Eksiklik kendi özümde imiş. Hal lisanıyla aldığım nasihatler beynimde bir ışık yakıyor. Evet diyorum, çuvaldızı kendime iğneyi başkasına… Türk’e batur olmadan çuvaldızı kendine batur. 

Çuvaldız 

İyiden kötüden 25 yıl yaşadım. Yaşadığım her anı mefkûremle bir bütün olarak yaşadım. Bu cümleyi kurduktan hemen sonra gülümsedim. Yıllardır yaptığım medeniyetlerden ve idraklerden intihal ettiğim bir takım doğruları, adeta üstüme bol gelen kıyafeti milletime giydirmek. Çıplak olmayanı neden giydiresin ki? Beğenmediğin için mi? Hayır! Daha iyi olsunlar diye. En azından öyle sanıyordum. Batıyı anlamak için sarf ettiğim çabayı Maveraünnehir’i anlamak için sarf etseydim belki daha farklı olurdu her şey. Bu ve benzeri şeyleri mülahaza ettiğim bir sırada, tenkit edildiğim yerden, yeniden düşünmeye, gözden geçirmeye teşvik ediliyorum. Derhal düşünmeye duruyorum, ben “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim”. Öyle miyim? Neden olayım ki? Ya da hangi formundanım? Ya da Garp’a bildirdiğim bu sadakat ve mensubiyet, onun mevcut formuna da mensup olduğum anlamına gelir mi? Gelmemeli, istemiyorum zira. Benim Garp medeniyetinden anladığım, derleme bir beşeri medeniyet mirasının ulaştığı nihai tekâmül zinciri. Bu tekâmül zincirinin amilleri, içtimai sahada vatandaşlık bilinci, ulus sevgisi, sanat ve zanaatın bir karşılığının olması, taassuplardan uzak iyi ilişkiler, temiz idrakler, uygar bir anlayış vesaire. Fakat bu beyan, beni Rennes nehri civarında gökkuşaklı bayraklar altında yürüyen eşcinsel kortejlerin attığı “La Vive” sloganlarına da dâhil eder mi? Galiba eder. Bu bağlamda benim Batı olarak nitelendirdiğim her şey modernitenin nostaljik albümünde kaldı artık. Batı, hakikaten batıyor. Fakat doğu da doğmuyor! Ne yapmalı? 

Nedensellik 

Ülkücü camianın büyüklerinden bir ağabeyim demişti ki, “Ben Turan’ı gösteriyorum, sen parmağıma bakıyorsun”. Galiba benim yıllardır yaptığım okumalar ve edindiğim bilgiler bir parmağa bakıştan başka şey değil. Hal böyle olunca olayların nedenselliğine de odaklanamamışım. Biz terkip edilmiş bir medeniyete karşı duramayız, bu anakronik bir seçkicilik olur. Fakat tarumar edilmiş zihinlerimiz, bilgi ve tekniğin kaynağına öyle saplantılı hale gelmiş ki, tipik bir mensuptan da bu beklenir doğrusu. Oysa bana yıllar önceden öğütler veren rahmet olasıca Atam öyle demiyordu. İdrakim temiz mi gerçekten? 

Şeyhler, Dervişler, Müritler, Meczuplar 

İrşat için rüştlerini ispat edemediği halde mürşit olan Batı, bir bütün olarak değerler dünyamızın ne kadarını işgal ediyor bilmiyorum. Peki, biz irşat edilenin ne kadarını teknik ve metot olarak sınırlı tuttuk o da muallâkta. Kızılelma hedefinin bize hürriyet, dünyaya adalet tesis etmesi gerekiyordu, ey derviş varış nereye sorusu zihnimde cevapsız kalıyor. Üniformal bir batı, bizi de Aksu nehrinin ötesinde berisinde, türlü riyakârlıklarla politik doğruculuk yapmaya ne zaman sevk eder düşünmek bile istemiyorum. Üstüne topraklar çekilmiş sağlar, bundan razı olmayacaktır. O halde ancak bir meczubun zihninde dönebilecek bu sorular, bu bitmez sorular neden kafamda? Evet, tam da olmak istediğim yere gidiyorum. Maveraünnehir’den, Ötüken’e doğru. Sorularım da cevaplarım da orada. Bengü taşlara varınca haykıracağım; “Sorularımı cevapla ey mazi!”. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz