Atatürk
Atatürk

Türkiye’nin Temel Taşı: Kahramanmaraş

Ah edip ağlayarak, dizlerimi dövmek acziyetimden; silkinerek anlamak cesaretine ulaşıp, anlatmak cüretini gösterebilmem iki haftamı aldı. Bu süre zarfında bir Türk gibi saçımdan bir tutam kesip, yas tuttum. Gözlerim, yorgunlar podyumuna dönmüş afet bölgesindeki vükelanınki kadar şişkin; omuzlarım, yetim bırakılan Kahramanmaraş’ın “tek babası” Dulkadirli Beyi Alaüddevle Bozkurt’un yenilediği Ulu Camii’nin minaresi kadar çökük. Zihnim, saatin yelkovanı hareket ettikçe 10 richter ölçeğinde zelzelelerle yıkıma uğruyor. Hiç olmadığı kadar yersiz, gereksiz, anlamsız, zamansız; “nasılsın?” sorusunun cevabı da bu işte: Türkiye nasılsa öyleyim…

Eğer bu ülke bir manzara olsaydı, bu manzarayı en güzel Arif Nihat Asya resmederdi…

Bayrak Şairi Kahramanmaraş’ımı tarif ederken, “Maraş Türkiye’nin temel taşıdır / Maraş Türkiye’nin kalem kaşıdır” diyor. Söz tohumlarından, şiir ağaçlarının göverdiği edebiyat cennetinde bu şehrin devleri var: Karacaoğlan, Âşık Mahsuni Şerif, Necip Fazıl Kısakürek, Abdurrahim Karakoç… Milyonlarca insan bu düşünce pınarlarından kana kana su içiyor. Düşünün ki pınarlar bu kadar berraksa, birleştikleri deniz nasıldır! Türkiye’nin müktesebatını, hafızasını, literatürünü oluşturan Kahramanmaraş, işte böyle bir şehir…

Bir asır evvel yine bir şubat ayında Millî Mücadele ateşini de bu şehirden parlayan bir kıvılcım tutuşturmuştu.  Fransız gavuru şehri işgal edip, kaledeki Türk sancağına el uzatınca “Alem-i İslam’a Hitap Beyannamesi” metnini kaleme alan Avukat Mehmet Ali Kısakürek, civar tüm şehirlere şöyle seslendi: “Ey millet-i necibe-i Osmaniye, vaktine hazır ol. Korkma, korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz…” “Korkma” çok tanıdık bir telkin değil mi? “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraındaki gibi…

Kahramanmaraş’ın kurtuluş bayramı olarak kutladığı 12 Şubat’ta her yıl tek sayı olarak “Uzunoluk” adlı bir dergi çıkar. Orada yayımlamak üzere yazdığım “Kurtuluş” adlı bir şiir vardı, bu yıl tamamlayıp gönderecektim, nasip olmadı. Şöyle yazmıştım:

Sancağa el uzattı kırılası eller
Al sancağı aldı, paçavrasını taktı
Sana seslenen poyraz, ıslık çalan yeller
O Cuma vaktinde lâl olup susacaktı
Aktı da Ulu Camii’ye bütün edeler
Şol göklerden bu âleme bir şimşek çaktı
Poyraz gibi sessizce onu dinleyenler
Rıdvan Hoca’nın gür sesini duyacaktı
Namaz caiz değil, hür değilsek dediler
Bütün cemaat dönüp birbirine baktı
Mahvilde oturup namaz kılan dedeler
Hışımla selam verip namazı bozacaktı

Kahramanmaraş, Türkiye’nin bu yüzden temel taşıdır.

Artık taş yerinden oynadı. Türk Ocakları Kahramanmaraş Şubesi yıkıldı. Fırat Yılmaz Çakıroğlu adını verdiğimiz kütüphanesini ellerimle yapmıştım. Misafirhanesinde Doğu Türkistanlı bir kardeşim yaşıyordu. Artık o da yok. “Dükkan” adıyla maruf, Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi’nden ağabeylerim yazar ve şair Ahmet Doğan İlbey, Ferhat Ağca ve Fazlı Bayram da yok artık. Artık Fatin Başkan’ın kıraathanesinde oturup gecenin üçüne kadar sohbet de yok. Kalem öldü, kelam öldü… Hangi birini sayayım?

Şarkta ölmek için doğar, garpta yaşamak için ölürsünüz.

Öyle de oldu. Bu insanlar şarklıydılar: doğdular ve öldüler. Çok sevdikleri Kahramanmaraş toprağı yeni tohumlar istedi. Tohum olmaya rıza gösterdiler. Tebdili kıyafet bir şehir dolusu arif, toprağın altında kaldı. Toprağın üstündekiler de yaşamıyor biliyorum. Şeyhim dediğim tek kişi, Mehmet Yaşar ağabey sağ ama yaşıyor mu acaba? Fatin Rüştü Kayıran, Av. Kemal Yavuz ağabeylerim, başkanlarım yaşıyorlar mı? Kendimi evlatları, kardeşleri kabilinden saydığım hocalarım; Dr. Mustafa Kök, Prof. Dr. Orhan Doğan, Prof. Dr. Mustafa Taşlıyan, Prof. Dr. İbrahim Solak, Prof. Dr. İzzet Sargın yaşıyorlar mı şimdi? Mesai arkadaşlarım, meslektaşlarım ve sağ olduklarını haber aldığım güzel insanlar yaşıyor mu? Arkadaşlarım, dostlarım, aynı yatakta uyuduğum, aynı kapta yemek yediğim, memleketi kurtardığım ülküdaşlarım peki? Hayattalar, fakat canlılar mı?

Bu şehri nasıl yeniden yaşatacağız Allah’ım? İmar edilir edilmesine, tahrip olan bu birikimi nasıl onaracağız yeniden? Gaziantep, Diyarbakır, Kilis, Adana, Osmaniye, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay nasıl beslenecek yine bu pınardan? Şehri imar etmek kolay, nesilleri ihya etmek zordur. Zoru başarabilecek miyiz?

Kepti bin asırdır berkittiğim damlar
Ezelde şimşelttiğim ahirlik dağlar
Kitaplar yıkıldı, tuğla yerine
Canımı verirdim de her birine
Mürekkep kanadı, şair adamdan
Bir mısra döküldü, zahir edemden
Vah! Ne sağ, ne ölü: Maraş arafta!
Vah! Ağzıma çaput, başıma tahta
Koşup gelemedim sizle, ıraktaydım
Keşke her şeyi geride bıraksaydım!
Sırtıma çalıp seni gerekiyorsa
Yahut öleyim, Maraş diriliyorsa
Dirilmezse bırak nolur gidelim
Evsiz neyleyelim? Yurtsuz nedelim?

1 Yorum

  1. Sevgili kardeşim eline yüreğine sağlık. Vefat edip şehitlik mertebesine erişen kardeşlerimizi çok özleyeceğiz. Ama senin de dediğin gibi bu şehir bu bölge bu ülke bu millet çok felaketler atlattı. Hepsinin de üstesinden geldik yine geleceğiz inşallah…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz