Atatürk
Atatürk

Avcıoğlu’ndan Günümüze Türkiye’nin ”Düzen” Sorunu

  Türkiye’nin 1960’lı yılları, cumhuriyet tarihimizde özellikle Osmanlı’dan bu yana süregelen iktisadi ve toplumsal yapımıza dair entelektüel çalışmaların en yoğunlaştığı tarihsel aralığı nitelemektedir. 27 Mayıs İhtilali’ni gerçekleştiren en önemli aktörlerden birisinin aydın-bürokrat tabaka olması ve ihtilal sonrası hazırlanan anayasanın yine bu kesimler tarafından hazırlanması, 1960’lar Türkiye’sine görece özgür ve düşünsel farklılıkları besleyen bir siyasal atmosfer sunmuştur. Bu görece özgür ortam, farklı siyasal ideolojilerin teorik ve kurumsallaşma/partileşme anlamında pratik gelişimini sağladığı gibi akademik anlamda farklı yöntemsel ekollerin Türkiye’nin mevcut siyasal ve sosyal sorunlarını anlama ve çözümleme noktasında da entelektüel bir verimliliğin olgunlaşmasını desteklemiştir.

  Avrupa akademisinde 1930’ların başında MarcBloch, LucienFebvre gibi ünlü tarihçilerin çalışmalarıyla gelişmeye başlayan ve “Annales Ekolü” olarak dünyaca üne kavuşan tarihsel yaklaşım, Türkiye’de 1960’lardan itibaren gelişmeye başlamıştır. Siyasi tarihin, tarihi salt kişi ve olaylar (savaşlar, antlaşmalar vs.) üzerinden okuyan yaklaşımını kısıtlı bulan Annales tarihçileri, tarihi, antropoloji, sosyoloji, iktisat gibi sosyal bilimlerin diğer disiplinleriyle beslemeye çalışmış ve kimi çevrelerce “sosyal tarihçilik” olarak adlandırılacak ekonomik, altyapısal ilişkiler üzerinden tarihsel olayları okumaya çalışan bir akademik yaklaşım ortaya koymuşlardır. Yine aynı dönemlerde özellikle İngiltere’de Marksist tarihçilerin çalışmaları tarihsel olayları güncel gelişmeler karşısında yorumlama noktasında akademik zenginliği arttırıcı bir rol oynamıştır.

  Avrupa merkezli dünya akademisinde yaşanan tüm bu gelişmeler Türkiye entelijansiyasında 1960’lardan itibaren yer bulmaya başlamış, Türkiye’nin kalkınma ve çağdaşlaşma hamlelerinde neden geri kaldığı sorusu siyasi tarihin kişi ve olaylar üzerinden ortaya konan açıklamalarını aşıp Osmanlı’dan devralınan ekonomik/toplumsal süreklilik ve kopuşlar üzerinden açıklanmaya başlamıştır. Bu doğrultuda dönemin aydınları Türkiye’nin kalkınma, demokratikleşme, çağdaşlaşma gibi sorunlarının nedenlerini anlayabilmek ve bu sorunlara çözüm üretebilmek için Türk tarihinde süregelen ekonomik-sınıfsal ilişkileri çözümlemeye çalışmış, Osmanlı’dan devralanın toprak yapısının ve iktisadi ilişkilerin cumhuriyete yansıması ve bu yansımanın dünyadaki kapitalist ekonomik modellerden farklılıkları veya varsa benzerlikleri ortaya konulmaya başlanmıştır. Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT), Osmanlı’da ve Türkiye’de feodalizm, Türkiye’de burjuvazinin siyasal temsiliyeti ve işçi sınıfının siyasal aktör olabilme kabiliyeti gibi meseleler güncel siyasete çözüm arayışı içerisinde olan aydınların başat tartışma konularını oluşturmuştur.

  1960’lı yılların başında çıkarmaya başladığı Yön Dergisi ile Türkiye’nin siyasal ve entelektüel yönünü besleyen ve zenginleştiren aydınların başında gelen Doğan Avcıoğlu, Yön Dergisi’ni kapattığı 1967 yılı ile haftalık Devrim Gazetesi’ni çıkarmaya başladığı 1969 yılları arasında kısa sürede bestseller haline gelecek ve Türkiye’de siyasetin gündemini belirleyecek bir eser olan “Türkiye’nin Düzeni-Dün Bugün Yarın” kitabını iki cilt halinde Bilgi Yayınevi’nden çıkartmıştır.[1] Osmanlı toprak yapısından kapitalizmin Anadolu’da neden gelişemediğine, Türkiye’nin hızlı sanayileşme ve kalkınma hamleleri önünde duran engellerden emperyalizmle bağımlılık ilişkilerine varıncaya kadar ülkenin önünde duran temel problemleri altyapısal uğrakta başarılamayan reformlar üzerinden açıklayıp, emperyalizme bağımlı feodal düzen kalıntılarının devamlılığını eleştiren bir okuma ortaya koymuştur. Avcıoğlu’nun Türk siyasetinde tartışmaya açtığı “düzen” mefhumu, Türkiye’nin önünde duran problemlerin güncel siyasetteki kısır tartışmalardan çok daha köklü nedenselliklere dayandığını dolayısıyla çözümün de köklü birtakım değişikliklerle sağlanabileceğini öngörmesi açısından önemlidir. “Neden kalkınamadık, Nasıl kalkınırız?” sorusunun “Bu düzen nedir, nasıl değişir?” sorusuyla birlikte düşünen Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni’nde güncele getirilen bir tarihsel okuma sunduğu gibi sınıfsal aktörlerini açığa çıkaran ve mevcut düzenin değişimini gerçekleştirecek aktörleri belirleyen devrimci bir programı da ortaya koymuştur.

  Avcıoğlu’nun “tutucu güçler koalisyonu” olarak tanımladığı ve toprak ağası-eşraf-tefeci-komprador ticaret burjuvazisi gibi sınıfsal ittifaklara dayandığını öne sürdüğü mevcut düzen, halkın emeğini sömüren, ülkeyi Amerika’nın ortak pazarı haline getiren siyasal partileri sürekli iktidara taşımaktadır. Bu durum Avcıoğlu’na göre Türkiye’nin kalkınma ve çağdaşlaşma hamlelerini gerçekleştirme yolunda karşısında duran en büyük engeldir ve bu engellerin aşılması ancak köklü bir düzen değişikliği ile sağlanabilecektir.

  Doğan Avcıoğlu’nun Yön Dergisi’nde ilk nüvelerini vermeye başladığı ve daha sonra Türkiye’nin Düzeni kitabıyla derinleştirdiği düzen eleştirisi, Türkiye’nin sorunlarına makro ölçekte cevap araması ve o güne dek tekrarlanan kısır tartışmaların tabularını yıkan bir perspektif sunması itibariyle ilgi görmüş ve epey tartışılmıştır. Bugünün Türkiye’sinde Avcıoğlu’nun eleştiriye tabi tuttuğu düzen özü itibariyle yaşamaya devam etmekle birlikte bu düzeni tartışmaya açacak, günlük siyasetin illüzyonundan kafasını kaldırıp temel meseleleri radikal bir yorumla halka duyuracak aydın kadrolarımız oldukça az ve zayıftır. Oysaki Türkiye’nin gerçekleştiremediği köklü altyapısal reformların eksikliği, düzeni değiştiremediği gibi bu düzenin beslediği aktörleri iktidara taşıyarak cumhuriyet rejiminin de dönüştürülüp değiştirilmesini mümkün hale getirmiştir. 2017 referandumu sonrası Türkiye’nin siyasal durumu, yıllardır devam eden düzen sorununun “rejim sorunu” haline getirilişinin öyküsüdür. “Düzen” ve “rejim” sorunu, siyasal iktidarın tekelindeki devletin ideolojik aygıtları vasıtasıyla görünmez kılınmakta, doğrudan düzen ve rejimle alakalı meseleler, ya hiç gösterilmeyip soyutlanmakta ya da manipüle edilip bambaşka mecralara taşınarak geçiştirilmektedir.

  21. Yüzyıl Türkiye’sinde valilerin aşiret reisleriyle küçük kız çocuklarının evlendirilmemesi için oturup protokol imzalaması[2] ironik bir şekilde devletin yetki ve başarısı olarak lanse edilmektedir. Oysa yakın bir dönemde karşılaştığımız bu tablo Türkiye’nin mevcut düzeninin feodal kalıntılardan hala temizlenemediğini, kamu politikalarının halen aşiret reisleri, bey, ağa takımı tarafından oluşturulduğunu ve siyasal iktidarın, iktidarının sürekliliği sağlama noktasında çocuk evliliği gibi en önemli konulara bile nasıl pragmatist yaklaştığını görebilmemiz açısından önemlidir. Bu olgu, siyasal iktidarın sürekli değişen dönemsel politikalarına sıkıştırılamayacak kadar sosyal/siyasal hayatımıza nüfuz etmiş “düzen” mefhumuyla doğrudan alakalıdır. Bugün Türkiye’de siyasal iktidarın değişimi, kız çocuklarını aşiretlerin ve ağaların insafına terk eden kokuşmuş düzenin yıkılabilmesi noktasında atılabilecek ilk ve önemli bir adımdır ancak tek başına bir çözüm değildir. Aynı şekilde 2017 Referandumu sonrası oluşturulan tek adam rejimi ve bu rejimin Cumhurbaşkanına tanıdığı sınırsız yetki gücü iktidar değişikliklerine rağmen halkın demokratik haklarını kullanamaz hale getirebilecek bir tehdit olarak yaşamaya devam edebilecektir. Tüm bu olgular, mevcut siyasal iktidarın eleştirisini onların muhalefeti çekmeye çalıştığı kısır tartışmalar ve başörtüsü konusu gibi zaten çözüme kavuşmuş mağduriyetlerin tekrar tekrar dillendirilmesine olanak tanıyan kavramlar üzerinden değil doğrudan doğruya “düzen” ve “rejim” konusunu tartışmaya açarak, Türkiye’nin bugünkü ekonomik sıkıntılarının, bölüşüm ilişkilerindeki adaletsizliklerin, kadın cinayetlerinde yaşanan artışın ve tüm bu yaşananlar karşısında parti-devlet bütünleşmesinin Türkiye’yi içine soktuğu siyasal krizin anlaşılabilmesi ve aşılabilmesi için gereklidir.

  Türkiye’nin düzen sorunu Avcıoğlu’ndan da eskidir. Ancak Doğan Avcıoğlu, 1960’lar Türkiye’sinde bu düzenin eleştirisini en net şekilde ortaya koyan aydınlarımızdan birisi olması hasebiyle dönemini ve kendisinden sonra gelen kuşağı etkileyebilmiştir. Kayırmacılığa, yandaşlığa dayalı kokuşmuş düzen, saray rejiminin iktidara ve tek adama tanıdığı imkanlarla günümüzde daha da çirkinleşmiştir. Dolayısıyla eksik olan teşhir, tahlil ve ilga edilecek bir düzenin yokluğu değil tam da bunları yapacak aktörlerin özellikle de aydın kadroların eksikliği veya zayıflığıdır. Bugün düzen kavgası devam etmektedir. Önümüzdeki süreç, bu aydın kadroların kendisini yetiştirme, insiyatif alma, cesaret gösterme ve mevcut düzeni değiştirecek çalışmaları geniş kitlelere taşıyabilme kabiliyetlerine göre belirlenecektir.

[1] Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni Dün-Bugün-Yarın, İstanbul, Kırmızı Kedi Yayınları, 2013

[2] İlgili haber için bknz: https://tr.sputniknews.com/turkiye/202011271043303115-asiretlerle-devlet-arasinda-cocuk-yasta-evlilik-onleme-protokolu/

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz