Atatürk
Atatürk

Bir Bütçe Maratonu Klasiği

Bütçe kanunu, devlet tarafından karşılanacak ortak ihtiyaçlar ve kaynakları bir arada tutan ve her sene bir yıllık süreyle tekrardan yenilenen kanundur. Bütçe kanunun yıllık geçerlilik süresi dolmadığı sürece bu kanunun dışına çıkılamaz ve yenisi hazırlanamaz. Devletle ilgili birçok kanun, sözde, milletvekilleri ve hükümetin ortak çalışmaları sonucunda hazırlanırken bütçe kanunu tasarısı sadece hükümet tarafından hazırlanır. Bakanlar Kurulu tarafından incelenen tasarı daha sonraki aşamada TBMM’ye sunulur. Bütçe kanunun son şeklini alması Bakanlar Kurulu’nda gerçekleşir.

Yukarıda anlattığım kısa süreç, normal seyrinde demokrasisi oturmuş kimi devletler tarafından uygulanan bütçe kanununun kabul veya ret sürecidir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yönetilmeye yüce halkımızın büyük feraseti ile talip olduğumuzdan beri ise bütçe hakkında ortaya konulan ve bakanlıklara ayrılan miktarlar kim tarafından hazırlanıyor açıkçası bunun cevabının net bir biçimde maliye olmadığı kanaatindeyim.

Bu seneki bütçe görüşmeleri de eski dönemlerde olduğu gibi en hararetli meclis oturumlarına sahne oldu diyebiliriz. Fakat parlamentoda yine de bir durgunluk seziliyordu. Sanki iktidarından muhalefetine tüm vekillere bir bıkkınlık ve sıkkınlık hali sirayet etmiş görünüyordu. Örneğin, kimse eskiden olduğu gibi alenen birbirine saldırmadı, yumruk atmadı, bacağını ısırmadı. Milletinin vekaletini omuzlarında bir sorumluluk olarak görmesi gereken vekillerimiz gerçekten takdire şayan bir olgunluktaydılar.

Çeşitli vekillerin bütçe hakkında konuşmalarını dinledik. Örneğin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması özellikle muhalif bazı kesimler tarafından dahi olumlu karşılandı. Zayıf muhalefetle itham edenler de “böyle olması gerekiyor” yorumları yaptılar. Bana göre Kılıçdaroğlu, zaten her vakit bu tarz ve bu minvalde konuşan birisiydi. Neden bu kadar ön plana çıkarıldı anlayamadım doğrusu… Yoksa konuşması sırasında, söylenen hiçbir gerçekliğe cevap veremeyen vekillerin “aday ol o zaman” diye çıkışmaları ve bunun neticesinde harekete geçen sosyal medya vatanseverlerinin yorumları, Erdoğan karşısına hazırlatılan “zayıf rakip”in bu kez Kılıçdaroğlu olduğunu mu gösteriyor? Bunu ilerleyen vakitlerde daha net anlayacağız.

Kılıçdaroğlu’nun tüm konuşmasında özellikle cumhurbaşkanına eleştiri getirmemek üzerine kuruluydu. Ona yönelik eleştirilerini üçüncü şahıslar üzerinden yapmayı tercih etti. Şayet halen daha televizyon denilen kutudan Meclis Tv izleyen birileri mevcut ise, cumhurbaşkanını hedefe oturtmak izleyenler nezdinde hoş karşılanmayabilirdi. En nihayetinde konuşmacı doğruları haykırsa bile aleni bir şekilde hedef tahtasına cumhurbaşkanı oturtulduğu zaman halktan tepki alacağı varsayılmalıdır. Bu aslında muhalefetin acziyetinin bir göstergesi olmakla birlikte şartlar ve zemin maalesef bundan gayrısına izin vermemektedir.

Kılıçdaroğlu’nun hedefe oturttuğu asıl kesim konuşurken tam karşısında oturan iktidar partisi vekilleriydi. Onları, onların yanında ve onların haklarını savunuyormuşçasına eleştirdi. Çünkü onların milletvekilliğinden hasıl olan birtakım hakları cumhurbaşkanı ve bakanlarınca yeniliyordu. Söyledikleri ne kadar karşı tarafa etki etti bilinmez ancak bunu yapmayan ve “vicdanınız olduğunu düşünmüyorum” diyerek en sert ve etkili konuşmayı -bazı noktalarına katılmasam bile- TİP milletvekili Barış Atay Mengüllüoğlu yaptı. Tiyatrocu olmasından ötürü hitabeti ve grubu olmayan bir partinin vekili olması münasebetiyle ona tanınan az zamana sığdıracağı vurucu cümleleri iyi seçmişti. Ancak, Nihal Atsız ile ilgili sınıflandırmasında Akp grubunu “onun tarafı” ilan etmesinin tutar bir yanı elbette ki yoktu. Fakat milliyetçi kesimin temsilcisi olduğunu iddia eden iki partinin temsilcileri sosyal medyada sadece bu konu üzerine yoğunlaştı. Memleketimizin en kronik hastalıklarından olan “detaya takılıp aslı görmemek” hastalığı da burada kendisini tekrar nüksettirdi. Zira, Barış Atay’ın konuşmasından sadece “Atsız” ile ilgili kısmı göz önüne alıp övünmek; ondan önceki kısa, öz ve doğru karşılaştırmalara hiçbir şekilde değinmemek, milliyetçi olduğunu söyleyen insanların hala nostaljiden ve slogandan beslendiğinin bariz örneğidir. Atay’ın konuşmasındaki bütçe ile ilgili kısımlara milliyetçi düşüncenin tapusunu elinde tuttuğunu iddia edenler hiçbir cevap bulamamaktadır. İşçi hakları, devlet malının ve milletin vergilerinin nerelere harcandığının soruşturulması ve takibinin yapılması gibi konular illa “sol jargon” tarafından mı savunulmaya muhtaçtır?  Dünya üzerinde en çok kamu ihalesi alan beş şirket bizim ülkemizdeyken, Soma madencilerinin aileleri hakkını alamazken, dokuz yaşındaki çocuklar işporta tezgahlarını zabıtadan kaçırmaya çalışırken, insanlar açlıktan intihar ederken “milliyetçiler(!)” ne işle meşguller acaba?

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz