Atatürk
Atatürk

Dede Korkut Hikayelerinin Türkoloji Açısından Önemi

Dede Korkut Hikayelerinin Türk edebiyatında olduğu kadar bütün bir Türk tarihinde ne kadar önemli bir yer tuttuğuna dair söylenmiş en bilindik söz, bu alanda çalışmaları da bulunan büyük şair Orhan Şaik Gökyay’ın şu sözüdür: “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız yine Dede Korkut ağır basar.”

Gerçekten de Dede Korkut hikayeleri tüm bir Türk tarihi, Türk dili, Türk kültür ve medeniyetine ışık tutması açısından başvurulan en eski ve en önemli kaynakların başında gelmektedir. Yazıldığı dönem itibariyle 14. veya 15.yy’da anonim olarak kaleme alındığı düşünülen bu eserin içeriği ise Oğuz Türklerinin İslamiyet’i kabulünden hemen sonra yaşadıkları olayları konu alması bakımından daha eski zamanlara tarihlendirilebilir. Eserin, 2018 yılında Prof. Dr. Metin Ekici’nin keşfettiği kayıp on üçüncü hikâyeyi de barındıran, toplam üç adet orijinal nüshası günümüze ulaşmıştır. Bunlardan uzun zamandır bilinen iki nüshadan biri Vatikan diğeri ise Dresden nüshası adıyla muhafaza edilirken Metin Ekici’nin çabalarıyla bulunan Türkistan Nüshası Kitab-ı Dede Korkut’un on üç hikâyeden oluştuğunu ortaya çıkarmıştır. Hikayelerin yazıya geçirildiği tarihe bakıldığında Akkoyunlular tarafından bu işlemin yaptırıldığı en çok üzerinde durulan tahmindir. Çünkü Dede Korkut Hikayeleri, Türk milletinin özellikle İslamiyet öncesi devirlerden neredeyse günümüze kadar sirayet etmiş olan göçebe kültür niteliklerini taşıması sebebiyle şifai (sözlü) döneme ait anlatımlardan ibarettir. Hikayelerin yaşandığı tahmin edilen tarihleri her bir hikâyede farklılık göstermektedir. Örneğin; üçüncü hikâye olan Kam Büre Bey Oğlu Bamsı Beyrek hikayesi miladi V.- VI. yüzyıla kadar tarihlenmektedir. Ancak içerdiği hikayelerin büyük bir bölümü X. – XI. yüzyılda Oğuzların eski yurdu olarak bilinen Seyhun Irmağı çevresinde ortaya çıkmış, XI. yüzyılın sonlarında Oğuzların Güney Kafkasya, Kuzey İran ve Anadolu’ya gelmesiyle devam etmiştir. Bu sebepten anlatılanların çoğu Aras ve Dicle nehirleri arasındaki geniş bölgede geçer. Örneğin; Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Boyu hikayesinde Trabzon ve civarı net bir şekilde tasvir edilmektedir.

Kitab-ı Dede Korkut’u Türk dili ve edebiyatı bağlamında değerlendirdiğimizde eserin nazım ve nesir karışık bir şekilde kaleme alındığını görmekteyiz. On üç hikâyenin tümünde olaylar düzyazı formundayken olaylar arasında lirik ve epik şiirler de bulunmaktadır. Hikayedeki karakterler zaman zaman birbiriyle şiir yollu atışmalar yapsa da hikayelerin geneli “Korkut Ata, Dedem Korkut” diye bilinen yaşlı, bilge bir ozanın ağzından ortaya konmaktadır. Bu durum da yine bizi Türklerin sözlü kültür ve edebiyat dönemine götürmektedir. Tahkiyecilik adı verilen hikâye anlatıcılığının yanında Dede Korkut, konumu itibariyle hem bir ozan hem bir ulu ve bilge kişilik hem de din alimidir. Bu özellikleriyle İslamiyet öncesi devirlerde Türk topluluklarının içinde bulunan şaman, kam, baksı denilen imtiyazlı kişiliklerine benzese de Dede Korkut hikayelerin tümünde İslam dininin temel ahlaki kurallarını öğütleyen bir isim olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yönüyle de Kırgız ve Kazak kültüründe “bahşı” denilen saz ustalarının atası sayılmaktadır.

Hikayeler dil ve üslup bakımında oldukça sade ve anlaşılırdır. Bu sebeple halka öğüt verme ve İslam diniyle harmanlanmış eski Türk kültürünü insanlara öğretme amacı güttüğü açıktır. Teknik anlamda Türk edebiyatının tarihi devirlerinden “geçiş dönemi eserleri” adıyla adlandırılabilecek olan, eski Türk pagan kültüründen kalma gelenek ve görenekler ile yeni tanışılan İslam dininin harmanlanmış bir formunu hikayelerde gördüğümüz Dede Korkut, dil açısında da Eski Türkçe özelliklerini taşımakla birlikte İslami terimler dolayısıyla az da olsa Arapça kökenli sözcükleri de içerisinde barındırmaktadır. 

Eserin dili Azerbaycan lehçesi özellikleri göstermekle birlikte bugünkü lehçenin özellikleriyle kıyaslandığında bütünüyle bu kalıba uymamaktadır. Gereksiz edebi süsten ve sanattan uzak, sade, yalın ve anlaşılır bir dil seçilmiş, hatta yer yer özensiz bir üslup da benimsenmiştir.

Hikayelerin içeriğine bakıldığında ise folklorik ve tarihi hikayeler temel alınsa bile çoğu olayda destansı özellikler görmek mümkündür. Bu da geçiş döneminin İslamiyet öncesi Türk kültüründe yer alan efsanevi kişi ve olayların sıkça yer aldığı destanlara işaret etmektedir. Hikayelerin tümü “toy” adı verilen eğlencelerle başlamakta, bu yönden de uzun çağlardan beri gelen Türk gelenek ve göreneklerini ön plana çıkarma açısından tarihi bir vesika rolü üstlenmektedir. Bu gelenek ve göreneklerden en önemlilerinden biri olan, çocuklara isim verilirken önemli bir işe imza atması gerektiği konusu da hikayelerde oldukça sık değinilen husustur. Diğer bir eski Türk adeti de Dede Korkut’un hikayelerin sonunda nazım şeklinde okuduğu övgü veya yergi sözleridir. Bu sözler, bize İslam öncesi dönemde var olan alkış-kargış formatının, İslamiyet etkisiyle daha ahlaki ve manevi bir havaya büründürülerek devam ettirildiğinin en büyük göstergesidir. Zaten yoğun bir şekilde eski “şaman” kültürünün izlerini taşıyan bu hikayelerde İslami etkinin varlığını arttırmak için kullanılan en büyük argüman Dede Korkut’un şaman, kam, baksı görünümünden ziyade İslamiyet’teki veli, evliya görünümüne bürünmüş olmasıdır. Dede Korkut Kitabı’na göre destanın anlatıcısı olan ozan, Oğuzların Bayat boyundan olup İslam peygamberi Hz. Muhammed’in yaşadığı zamana yakın bir dönemde yaşamış temiz bir Müslümandır; kalp gözü açık, hikmetli sözler sahibi bilge bir ozandır; Oğuz beylerinin ve halkın töresini, geçmişini bilen, halkın her zorluğunu halleden geleneksel bir eğitici, yol gösterici ve akıl hocasıdır. Kökeninin ozan/baksı geleneğine dayandığı, sıradan bir insan olmayıp Tanrı tarafından seçilmiş olduğu, söylediklerinin kendi duygu ve düşüncelerinden ziyade Hak Tealâ’nın ilham etmesiyle ortaya çıktığı anlaşılır.

Korkut Ata’nın birçok Oğuz hükümdarına vezirlik, müşavirlik yaptığı, bazı beylerin çocuklarına ad verdiği aktarılır. Hem geçmişte hem de gelecekte olacakları bilen, Türkler arasında büyük bir üne sahip bir olarak tanıtılır; velilik özelliği öne çıkartılır.

Dede Korkut’un yarı manzum olması, hikâyelerde tek kahramanın olmaması dışında bütün destan özelliklerini taşımaktadır. Muharrem Ergin, bir eserin milli destan kabul edilmesi için on iki maddeye riayet etmesi gerektiğini söylemiştir. Bu on iki madde şunlardır:

  1. Türk Milletinin müşterek dehasının ve zevkinin eseri yani müellifinin millet olması,
  2. Millî ve sosyal hayatın zengin olarak yansıtılması,
  3. Alp ve yiğit kavramlarının ön planda tutulması ve kahramanlık menkıbesi olması,
  4. İfadesinin yüksek ve coşkun olması,
  5. Tabiatın durgun ve sakin tıpkı kahramanları gibi canlı, yaşayan, aktif; hayata, vakalara, hikâyeye adeta iştirak eden bir tabiat olması,
  6. Bozkır medeniyetinin temel unsuru olan hayvanlara fazlasıyla yer vermesi,
  7. Hızlı bir hayat tarzının hüküm sürmesi
  8. Türk tarihinin derinliklerinde yatan birçok vakalar silsilesinin derin izlerini taşıması,
  9. Tarihi izler taşıyan bir coğrafyanın (Anadolu, Azerbaycan, Kafkasya) yer alması,
  10. Destanlar manzumdur. Dede Korkut’taki anlatmalar yarı manzum özellik gösterir.
  11. Millî destanda hadiseler, bir kahramanın etrafında toplanır. Ancak Dede Korkut’ta böyle bir durum göremeyiz. Ne var ki Ergin’in ifadesiyle; “Dede Korkut, tarihi kayıtlarla varlığını bildiğimiz, fakat ele geçmemiş olan asıl büyük, manzum ve tam bir Oğuz destanından ayrılmış ve hikâyelemeye yönelmiş büyük destan parçalarından ibarettir.”
  12. Dede Korkut’un dil bakımından tam bir destan dili hüviyetinde olması.

Tüm bu yönleriyle ele alındığında Türk tarihi, kültürü, gelenek ve görenekleri açısından en önemli yeri tutan destanların neredeyse tüm özelliklerini taşıması Dede Korkut Kitabı’nı ister istemez Türk tarihi ve edebiyatını en güzide konumuna yerleştirmiştir. Hikayelerin dili ve anlatım tarzının o dönemin Türk dili hakkında bilgiler vermesi bir tarafa hikayelerde anlatılan olayların Türk tarihi ve milli kültürü hakkındaki bilgileri daha fazladır. 

Oğuz toplumunda aile, sağlam temeller üzerine oturmaktadır. Her ailede -Beyrek örneği hariç- bir kadınla evlilik esastır. Evin hâkimi erkektir ama karısına baskı yapan bir tip görülmez. Eşler birbirlerine güzel sözlerle hitap ederler. Annelik duyguları yücedir. Beylerin kırk yiğidi, kadınların a kırk ince belli cariyeleri vardır. 

Geçimlerini at, deve ve koyun gibi hayvanlar üzerinden sağlarlar. Birisi öldüğünde bugün Kazak ve Kırgızlarda olduğu gibi ölü yemeği olarak at keserler. Hayatın devamında avcılık da ön plandadır. Ava topluca çıkılır ve av günler boyu sürer.

Kitaptaki hikâyeler bir yandan Oğuz hayatına ait sahneler yansıtırken bir yandan da ders alınacak pek çok mesajlar verir. Sadakat, merhamet, sevgi, vefa, ikiyüzlülük, azim, kararlılık, sabır, dürüstlük, ihanet ve şefkat gibi kavramlar hikâyelere serpiştirilmiştir.

Kişilere yaptıkları işlere ve durumlarına göre ad verilir. İsim verme motifi ve epitetler dikkat çekecek kadar ön plandadır. Çocuklarına “baş kesip kan dökmedikçe” ad vermezler. Çocukları için düğün yaparlar ve düğün, yedi gün yahut kırk gün sürer.

Dede Korkut Kitabındaki hikâyeler, Oğuzların Anadolu’ya gelmeden önceki hayatlarına, yani IX-XI. yüzyıllarda Sırderya’nın kuzeyindeki hayatlarına ait parçalardır. Bunların teşekkül edişleri ile tespit tarihleri farklı zamanlarda olmuştur. Oğuzlar, bu coğrafyaya Selçuklular zamanında gelmişlerdir. Bulundukları yerden Batı’ya gelen Oğuzlar, destanî hikâyelerini, yeni iskân ettikleri yerlerde geçen mücadelelerle birleştirerek hikâyelerin teşekkülünü sağlamışlardır.

Bamsı Beyrek ve Kanturalı hikâyelerinde aşk, Deli Dumrul ve Tepegöz hikâyelerinde de dinî inanç konusuna yer verilmiştir.

Tüm bunları bir bütün halinde değerlendirdiğimizde Dede Korkut Hikayeleri Oğuz boylarının dış düşmanla mücadelesinden kendi iç çekişmelerine; aile, toplum, kadın-erkek ilişkilerinden yönetici beylerin hikayelerine; İslam öncesi destansı ve masalsı unsurlardan oluşan toplum hafızasından İslamiyet’le gelmiş olan yeni bir ahlak, din, tasavvuf anlayışına kadar tüm bir milletin ortak değerlerini ortaya koymaktadır. O tarihten günümüze kalan gelmiş olan Türk gelenek-görenek, örf ve adetlerinin değişimini ve değerlendirmesini yapma açısından; milletin tarih boyunca ikili ilişkilere, devlet yönetimine, mistik meselelere bakışının nasıl olduğu ve ne yönde değiştiğinin irdelenmesi bakımından en önemli kaynakların başında geldiği gibi, şifai gelenek kapsamında yeni nesillere toplumun tarihi hafızasından gelen kültürel değerlerin aktarımında da çok müstesna bir yer tutmaktadır.

  1. “Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız yine Dede Korkut ağır basar.” sözü Gökyay’ın değil Fuat Köprülü’nün sözüdür.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz