Atatürk
Atatürk

Muhsin Yazıcıoğlu’na Göre Ülkücü ve Ülkücülük

Ülkü kelimesi terminolojide gâye veya hedef anlamına gelmektedir. Fakat bazı insanlar için bu kelime onları kendi benliklerine büründüren, vücudun ruh ile bütünleşmesini sağlayan ve bu ruhu ebediyete ulaştıran yegâne unsurdur. Bu unsur öyle bir şeydir ki aşk ile dahi tarif edilemeyen ondan daha üstün bir hissiyata sahip olma düsturunu bulundurma marifetidir. Her insanın fıtratı bu hissiyatı taşıyamaz. Bu hissiyat ölmek için atılma cesaretinden daha üstün,  hayatının her safhasını feda etme fedakârlığı hissine sahip olmak demektir. Ülkücü, ülküsü için yaşamanın önemine vakıf olan ve zamanı geldiğinde onun için feda olma cesaretini gösteren kişidir. Ülkücülük; yeri geldiğinde baş kaldırmak, yeri geldiğinde durulmak, yeri geldiğinde bir köşede oturmak, yeri geldiğinde ölüme kucak açmak demektir. Ülkücülük, imanı, aşk ile birleştiren ve ortaya çıkan bu tezi, hazzı bir başka olan aksiyona dönüştürme düsturudur. Muhsin Yazıcıoğlu hayatının her köşesine nakış nakış işlediği ülkücülüğün, tüm dünya nimetleri karşısında dahi vazgeçilmeyeceğini şu mısralarıyla anlatmıştır:

 “Bir elime güneş’i,
Bir elime ay’ ı verseler;
İşte sana bu dünya,
Sonsuz nimet deseler
Vallahi vazgeçmem
Bana verilen şu Hak Dava’dan,
Ya bu yolda can verip
Ya ‘Hedef’e varmadan”

Galip Erdem, “Ülkücülük; bağlandığı bir üstün değerde kendini aşma cehdidir. Dünya zevklerinden, bedeni hazlardan bu gaye uğruna vazgeçebilmek gücüdür.”(1) der. İşte bu dünya nimetlerini atarak ruhu ebediyete kavuşturmak sadece bu ceht ile mümkündür. Bu cehte sahip olan kişi önce nefsine karşı verdiği mücadeleden zafer ile çıkması gerekmektedir. Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatının her köşesinde nefse karşı verilen bu mücadeleden zafer ile çıktığını görmek mümkündür.  Nefsine karşı verdiği mücadelede onun “Fena fil dava” olduğunu görmekteyiz. Hayatının her döneminde vatanı, dini ve milleti için mücadele etmeyi en kutsal mertebe olarak görmüş ve bunu gençlik döneminde yazmış olduğu yazılara da yansıtmıştır.  Muhsin Yazıcıoğlu’nun 1980 öncesinde kaleme aldığı “Ülkücü Gençlik Ölecek, İslam Güneşi Sönmeyecek” adlı yazısında Ülkücü kişiyi tanımlarken kutsalların en başında gelen İslamiyet’in her manada İsmail’i olduğunu anlatır: “Bu dünyadan göç eden her Ülkücü şehit erenlerin omzunda taşınarak İslam’ın etrafında bir şehitler seti kuracaktır! İslam’a yönelen her kötülük Ülkücü şehitlerin kanlarıyla boğulacaktır. Hiç kimse İslam güneşinin âlemleri aydınlatmasına mani olamayacaktır.” (2)

Muhsin Yazıcıoğlu’na göre yetişen nesillerin Ülkücü bir bakış açısı ile dünyayı görmesi ile Türkiye’de bir şeyler değişecekti. Bu yüzden dünyanın konjonktürel yapısında boğulan gençlik yerine istediği gençliği şöyle tarif etmişti: “Yalnız tüketen ve yalnızca seçmen bir gençlik değil, üretken ve sorgulayan; her şeyi peşinen kabul etmek yerine; araştıran, tecessüs sahibi ve kalite endişesi taşıyan bir gençlik;

           Tabi olan değil, ikna olan; maruz kalan değil, tercih eden; yerle bir eden değil, tenkit eden bir gençlik.

           Kendisini ve tarihini kendi kavramıyla tanımlayabilen, anlaşamasa bile konuşabilen bir gençlik.”

Muhsin Yazıcıoğlu yukarıda tarif ettiği, toplum içinde tek başına birey olabilme şuurunu gösteren bir gelecek neslin oluşturacağı Ülkücü kadrolar ile toplumun karşısına çıkılması gerektiğini söylemekteydi. Türk toplumu için kapitalizmin teknik bir sorundan ziyade ahlakî bir sorun olduğunun farkında olan Yazıcıoğlu için; kapitalizmin idealizmi katlettiği bir toplum yerine, yeniden büyük bir medeniyetin temellerini atacak toplumu kurmak bu bireylerin oluşturacağı kadrolara düşmekteydi. Geleceğin güçlü, modern ve Milliyetçi Türkiye’si; ancak bu yüksek düzeyde bilgiler ile donatılacak genç neslin oluşturacağı kadrolar sayesinde kurulacaktı. Muhsin Yazıcığlu’na göre geride kalan soğuk savaş dönemi alışkanlıkları yerine Ülkücü Hareket bir maya hareketine dönüşerek tek gayesi büyük Türk Medeniyeti’nin temellerini atacak kadroları yetiştirmek olmalıydı. O, bu maya ile yetişen kişinin adına yani kendinde medeniyeti gören kişinin adına Ülkücü diyordu.

Ülkücülük, Seyyid Ahmed Arvasi’nin tanımıyla “İdeal insanın cemiyet nizamını kuracak kadroları yetiştirecek davanın adıdır.” İşte Muhsin Yazıcıoğlu için bu cemiyet nizamının karşısında olan materyalist felsefeyi yıkmak ülkücünün yegâne görevidir. Ona göre Materyalist felsefeye karşı verilen mücadele, öncelikle insanın kendine vereceği nizam ile başlayacak ve daha sonra istenen cemiyet nizamı kurulacaktı. Cemiyetin gayesi ise adaletli ve yaşanabilir bir dünya düzeni kurmak olacaktı. İşte Yazıcıoğlu için bu kudret sadece Türk Milleti’nde vardı. Ona göre bu anlayış Türk Milleti’ne fetih kültürünü kazandırmış ve işgalci imparatorlukların inşasına müsaade etmemişti. İşgalci toplumların beslendiği cemiyet nizamını materyalist felsefenin cemiyet nizamı olarak görmüş; ülkücünün materyalist felsefeye karşı verdiği mücadeleyi bir nevi işgalciliğe ve zulme karşı verdiği mücadele olarak değerlendirmiştir. Hayatının her safhasını idealizme ve kurulacak cemiyetin bu minvalde olmasına adayan Muhsin Yazıcıoğlu materyalist felsefeyi şöyle ifade etmektedir: “Bir toplum gerçek huzuru ile huzuru temin edecek gerçek nizamı kaybederse; huzur diye huzursuzluğa, nizam diye nizamsızlığa mahkûm olur. Bu gün insanlığımız bu huzuru ve nizamı yitirmiş ve perişandır. Mevcut sistemlerin hiçbiri insanlığı kurtaramaz ve onu huzura erdiremez, erdirememiştir de. Ne hikmetli bir tecellidir ki, hakiki ve ilahi bir nizamın terk edilişi neticesinde, onun tam zıttı olan tehlikeli ve korkunç bir yol çıkıyor karşımıza.” Bu tehlikeli yol; “Demokrasi uyutmasıyla insanlık bazı inançsız toplumların menfaati doğrultusunda istismar edilmiş ve insafsızca sömürülmüştür. Batının ruhsuz azınlığı, demokrasi uyutmasıyla kapitalist zihniyete insanlığı hizmet ettirirken, komünizme zemin hazırlamıştır.” Zaten, “Kapitalist ve komünist ülkeler temelde aynı köke bağlı olarak insanlığın çökmesini birlikte sağlamışlardır. Milletler arasına en büyük nifak tohumlarını beraberce saçmışlar ve kendi menfaatleri doğrultusunda ektiklerini biçmişlerdir.” (3)

Yani kısacası Muhsin Yazıcıoğlu’na göre ülkücülerin verdiği mücadele madde ile mananın mücadelesidir.

Muhsin Yazıcıoğlu’nun tarif ettiği Ülkücülerden, Türk Milliyetçileri için önemli bir sima olan Galip Erdem şöyle bahsetmiştir: “Bilinen tarihin hiçbir döneminde sayıca çok olmamışlardır. İnsanoğlunun zayıflığı böyle bir sonuca imkân vermemiştir. Yine de bir cemiyetteki ülkücü sayısının milletlere ve zamana göre değiştiği gerçeğini inkâr edemeyiz. Bazı milletler tarihleri boyunca ülkücü çıkarmamış ve belli bir ülküye bağlanmanın yüceliğini yaşamamışlardır. Diğer taraftan bazı milletler de sık sık büyük ülkücüler yetiştirmiş, yeryüzünün çehresine yenilik getirmişlerdir. Türk milleti örnek ülkücüler yetiştiren ve tarihin büyük bir bölümünde ülkücülüğe bağlanan bir millettir.” (4)

Muhsin Yazıcıoğlu tarihte kilit zamanlarda ortaya çıkan Ülkücülerin dünyayı ideal nizama ulaştırma mücadelesinde Galip Erdem’inde söylediği gibi yine Türk Milleti’nin mensubiyetinden çıkacağına inanmış ve ömrünü bu yolda mücadele etmeye adamıştır. Vermiş olduğu bu ideal mücadele ise onun Türk siyasi tarihinde büyük bir Ülkücü olarak anılmasına vesile olmuştur.

KAYNAKÇA:

1- Nevzat Kösoğlu, Galip Erdem, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2010, s.117

2- Muhsin Yazıcıoğlu, Ülkücü Gençlik Ölecek, İslam Güneşi Sönmeyecek, Büyük Türkiye’ye Hasret Gazetesi, 15 Şubat 1977, Sayı:23

3- Muhsin Yazıcıoğlu, Gücümüzü İslam’dan Alıyoruz…, Büyük Türkiye’ye Hasret Dergisi, sayı:24, 01. 04.1977

4- Galip Erdem, Milliyetçilik ve Sosyalizm Üzerine Mektuplar, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012, s.254

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz