Atatürk
Atatürk

Birey, Örgüt ve Realpolitik

Siyasal hayatın gruplar ve grupların liderleri çerçevesinde şekillendiği Türkiye’de “birey” bütün hareket ve siyasi gruplardan bağımsız olarak siyaset içinde temsiliyet bulabilir mi? Varoluşundan beri bir topluluk olarak yaşamanın bütün kurumlarına sirayet ettiği bir halkın içerisinde, bağımsız ve kendini gerçekleştirmiş bir birey olarak var olmak zaten hayli zor bir mesele iken, bir birey olarak siyasal hayatın içerisinde dahil olmak yani siyasi bir aktör olabilmek oldukça güç. Siyaseti en basit manası ile kamu politikalarının belirlenmesi olarak tanımladığımızda, bu kamu politikalarının tek bir egemen tarafından belirlendiği ve profesyonel bir biçimde teşkilatlanmış devasa muhalif grupların dahi kitle iletişim araçlarından mahrum bırakıldığı günümüz Türkiye’sinde siyasal temsil ayrı bir tartışma konusu. 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 1 Ekim 2020’de yayımladığı belgeye göre Türkiye’de 13 milyon 648 bin 432 kişi, faaliyet gösteren herhangi bir siyasi partinin üyesi. Faaliyette bulunan 95 partiden yalnızca on ikisi mecliste temsiliyete sahip. Bu partilerden de altısının milletvekili sayısı üçün altında. Radikal fikirlerin pek temsiliyet bulamadığı Türkiye, çok uzun yıllardır merkez siyaset ve siyasetçilerle yönetilmekte. Egemen siyasetin iradesine katılmayan bir bireyin, bir siyasal aktör olarak alabileceği aksiyonlar ise oldukça kısıtlı. Bu ister istemez “Türkiye’de Birey Siyasi Bir Aktör Olarak Değerlendirilebilir Mi?” sorusuna aklımıza getiriyor.

Teoride, bütün siyasal örgütler, bireylerin birliği neticesinde var olurken, pratikte güçlünün iradesine bireylerin eklemlenmesi ile örgütlenmektedir. Türk gençlerinin eski/yeni siyasi gruplarda kendi fikirleri ile yer almak istediklerinde yahut partinin/STK’nın mevcut düzenini değiştirmek istediklerinde yaşadıkları hayal kırıklıklarının en büyük sebeplerinden biri de budur. 

Gezi Parkı Direnişi, Türkiye’de münferit bireylerin münferit iradeleri ile kitlesel bir eyleme dönüştürdüğü en büyük (belki de tek) olaydır. Siyasal gücün iradesine karşı çıkan bireylerin çevre müdafaası amacı ile bir araya gelişinin ardından, bambaşka birçok farklı sebep direnişin amaçların içinde yer almaya başlamıştır. Bu süreç içerisinde bir örgüte dahil olmayıp, bir siyasi aktör olarak direnişin içine katılan bireylerin, münferit amaçlı devasa örgütlerin direnişe dahil olmasından duyduğu rahatsızlık dikkat çekicidir. Kendi iradelerinin başka örgütlerle anılmasını istemeyen birçok fert, direnişten çekilmiş yahut verdiği desteği azaltmıştır. Gezi Direnişi’nin bastırılması ve direniş sırasında ve sonrasında gösterilen devlet şiddeti, gazetecilerin ve eylemcilerin gözaltına alınması birçok insanın kitlesel eylemlerin etkisine olan inancını yitirmesine sebep olmuştur. Sokak gösterileri sırasında siyasi amaçlar ile çok fazla kullanılmaya başlayan sosyal medya platformlarında ise sokakta yaşanılan geri çekilme yaşanmamış aksine bu platformlar daha çok siyasi arena haline dönüşmüştür. 

Bugün sosyal medya, internet platformları, bloglar vb. araçlar, bireylerin siyasi görüşlerini ifade edebilecekleri ilk alanlar halini almıştır. Uzun yıllar boyunca gazeteler, yayınevleri, televizyonlar, radyo kanalları ve benzeri araçlar sayılı insanların kontrolünde bulunduğu ve bu insanların kitle ile iletişim imtiyazını elinde bulundurduğu göz önüne alınırsa, internet bağlantısına sahip her bireyin, internet bağlantısına sahip her bireye irade beyanlarını iletebilme şansı onların bireysel olarak daha siyasi davranabilme şansını gözler önüne serer. Basın yayın araçlarının iktidar tarafından ele geçirilmesi, ele geçirilemeyen yayınlara ise geniş bir sansür uygulanması ile başlayan süreç, halkın kitle iletişim araçlarına olan güvenini oldukça sarsmıştır. Nihayetinde internet, haber almak için dahi sosyal medyaya yönelen yeni yüzyıl insanına yeni bir medya gerçekliği sunmaya başlamıştır. 

Çeşitli sebepler ile irade beyanında bulunan insanların sosyal medyada da örgütlenerek kamuoyu oluşturma çabalarına şahitlik etmekteyiz. Sabit bir metnin pek değiştirilmeden dolaşıma sokulması, yahut sabit bir görselin binlerce ayrı hesaptan paylaşılması sonucu oluşturulan gündem, kimi zaman istenilen sonuca vardığı gibi kimi zamanda unutulup gidilebiliyor. 

İşte tam bu noktada büyük bir tehlike ve büyük bir siyasi facia yaşanabiliyor.  Sosyal medyada oluşan gündemin ne kadarının suni, ne kadarının ise sahi gündem olduğunu ayırt edebilmek oldukça güç. Bununla beraber profesyonel siyasiler tarafından örgütlenmeyen kitle, örgütlenmenin kendisini ve sonucunu denetlemekte oldukça yetersiz. Kendi yasama, yürütme ve yargısını yaratan sosyal medya platformlarında konjonktür saatten saate değişebiliyor, burada egemen bir millet, bir halk, bir grup yahut bir monark bulunmadığı için hesap soracak yahut hesap verecek bir taraf bulunamıyor. 

Her gün daha da kalabalıklaşan ve evrimleşen sosyal medyada yaratılan suni gündemlerin sonuç vermemesinin siyasal hayata zararının çeşitli boyutları mevcut. Burada II.Dünya Savaşı sıralarında yaşanan Holokost faciası ile aynı derecede tiksinç bir insanlık suçu olan Doğu Türkistan Soykırımını örnek olarak kullanmak isterim. Yaşanan hadiselerin yarı farkında bir birey duyduğu ahlaki sorumluluk sebebiyle siyasi bir aksiyon almak istediğinde dolaşıma soktuğu bir haber, video yahut bir görsel, o bireye siyasi sorumluluğunu yerine getirdiğini hissettiriyor. Realpolitik üzerinde hiçbir etkisi bulunmayan bu aksiyon, aldığı etkileşim sebebiyle birey üzerinde bir illüzyon yaratarak daha fazla ve daha güçlü örgütlenme gereksimini sümen altı ediyor.

Murat Yüksel, Siyasetin Toplumsal Aktörleri başlıklı makalesinde dönemin büyük tartışması “Kürtaj Hakkı” meselesi üzerinden “Bir siyasi aktör müyüm?” sorusunu izah ediyor. Dönemin Başkanı Erdoğan’ın kürtaj hakkı karşıtı söylemleri üzerine kendimizi kürtaj hakkı taraftarı biri olarak düşünmemizi istiyor. Kürtaj hakkının vazgeçilmez bir hak olduğunu ve hiçbir koşulda yasaklanamayacağını savunan birinin seçenekleri aşağı yukarı şu şekilde:

  1. Hiçbir şey yapmamak.
  2. Yasağı engellemek adına münferit bir eylemde bulunmak.
  3. Kendi gibi düşünenler ile bir araya gelerek kitlesel bir eylem gerçekleştirmek.
  4. Kendi gibi düşünenler ile bir araya gelip, bir grup oluşturarak medya ve benzeri araçları kullanarak kamuoyu oluşturmak ve siyasal iktidar sahipleri üzerinde baskı kurarak kürtaj yasağının engellenmesi için çalışmak.
  5. Varsa, halihazırda var olan kürtaj hakkı tarafatarı bir siyasi partiye üye olup, bu partiyi iktidar yapmak için gayret etmek ve sonunda kürtaj hakkının korunması için çalışmak.
  6. Yoksa, kendi gibi düşünenler ile bir araya gelerek, yeni bir siyasi parti kurup iktidarı ele geçirmeye çalışmak yahut muhalefet ederek kürtaj hakkının korunması için çalışmak.

1.ve 2. Seçenekler dışındaki seçenekleri tercih eden bireyler siyasal bir aktör olma yolunda aday haline geliyor. 

Biz de bu örnek üzerinden gidecek olursak, kürtaj hakkı hakkında “bir şey” yapmak isteyen, yani bir irade beyanında bulunmak isteyen her birey bir örgütlenmenin bir parçası olmak durumunda.

Yukarıda bahsettiğimiz Doğu Türkistan meselesinde ise “sosyal medya aktivistliğinin” bu altı maddelik listede yerinin 1. Sırada yani “hiçbir şey yapmamak”la eşdeğer olduğunu iddia etsek pek de mübalaa etmiş sayılır mıyız bilemiyorum. En azından kürtaj hakkı için hiçbir şey yapmayan şahsın “hiçbir şey” yapmamanın ahlaki sorumluluğunun farkında olması onu bir nebze daha örgütlenebilir kılıyor.

Güçlü siyasi hareketler güçlü propagandaya, güçlü medya araçlarına ve güçlü fikri altyapıya ihtiyaç duymaktadır. Bununla beraber kendini gerçekleştirmiş bireylere ve iyi örgütlenmeye sahip olmayan bir cereyanın realpolitik içerisinde varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. Doğru ve etkili kullanıldığında güçlü, maliyeti düşük ve sansüre karşı manevra kabiliyeti yüksek bir propaganda aracı olabilecek sosyal medyanın, bir araç olmaktan sıyrılıp siyasi arenanın kendisine dönüşmesi, siyasi cereyanı sunileştirecek ve gerçekliğinin yitirilmesine sebep olacaktır.  Baskı grubuna dönüşemeyen bir topluluğun realite içersinde bir kıymeti harbiyesi kalmayacaktır. 

Sağlam birey, güçlü örgüt ve çelik irade karşısında durabilecek bir istibdatı tarih henüz yazmamıştır. 

Hakikat ve hürriyet daima muzaffer olur

Hakikatin hayata nüfus etmesi için baskı, yıldırma politikaları ve sansüre karşı örgütlü mücadele gösterebilen bütün bireylere saygı ile…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz